26 Eylül 2010 Pazar

ROMA

       Akşam saat 10 civarında Roma Tren İstasyonunda iniyorum.Kalacağım yeri özellikle tren istasyonuna yakın seçmiş olmanın rahatlığıyla yavaş hareket ediyorum.Dışarıya çıkıp istasyona yaklaşık 400 mt. uzaklıktaki hosteli 1 saatlik bir arama sonucu buluyorum.Fasli Müslüman bir ailenin işlettiği hostel burası.Kayıt yaptırdıktan sonra bana terası gösteriyor herkes burada.İçeride 20 kişi var en köşede yaklaşık 10 kişilik bir grup Türkçe şarkılar söyleyip bira içiyorlar.Nedense(büyük ihtimalle araya girip  muhabbeti bölmek istemediğimden) önümde ki masa da oturan 3 kişinin yanına gidiyorum.Portekizli olan bu arkadaşlarla hemen ısınıp güzel bir muhabbete başlıyoruz.Portekiz hakkında bişeyler bilmem özellikle portekiz futbolu ilgilerini çekiyor.Querasma nın Beşiktaşa gelmiş olması da o günlerde gerçekleşiyor.Gecenin ilerleyen saatlerinde Terası kapatmak için geliyor görevli yan binaların rahatsız olabileceğini gerekçe göstererek.Portekizliler yatmaya gidiyor.Bu sırada Türk arkadaşlar da yanımdan geçerken merhaba diyorum.Hostelin önünde biraz muhabbetten sonra onların keşfettiği Collessium a nazır bir parka gidiyoruz.Sesi güzel repertuarı geniş olan bir arkadaşın olmasının da verdiği avantajıyla sabahın ilk ışıklarına kadar sürecek bir muhabbet sarıyor bizi.Şarkılar söylerek dönüyoruz hostelimize.



  


 Sabah erkenden kalkıyorum.Gar yakınlarında bir yerde kahvaltımı yapıyorum.Bu sırada dün akşam birlikte olduğum gruptan Bir arkadaşı görüyorum.Sesleniyorum Diğer arkadaşları almaya gidiyormuş birlikte gezmeye karar veriyoruz.Diğer arkadaşlar da geliyor yarım saat sonra.İlk durağımız Colessium Grupta yaklaşık 8 kişiyiz sonra 4 kişi alışveriş için ayrılıyor.Eray Gamze Cem ve ben Colessium a giriyoruz.İlk işimiz buranın nasıl kullanıldığını çözmek Çeşitli fikirler efsanelerle birleşip ortaya karman çorman birşeyler çıkıyor ama en mantıklısı Eray'ın ki.Orta kısımın üstü açık aslında eskiden kapalıydı.Tribünler de oturma yerleri yıkılmış durumda Pepsi reklamından biraz hatırlıyoruz burayı.Aslanların çıktığı yeri Cem in Spartacus filmden yola çıkarak yorumlaması.Gladyatörlerin bekledikleri yerleri tahmin etmeyi yine Spartacus filmine borçluyuz.Eray arkadan bağrıyor Türk Buldum Türk buldum diye.Yaklaşıyoruz Evli bir çift araba kiralayark çıktıkları avrupa seyahatinin ikinci durağıymış Roma yaklaşık bir saatlik sohbetin ardından devam ediyoruz.Hedefimiz Kralın oturduğu yer.Biraz zor olsa da üst katlara çıkmayı başarıyoruz.Haliyle Colessium a en hakim yer Kralın oturduğu yer.İnsanların burada birbirini öldürürken  ne kadar eğlendiğini aklımız ve vicdanımız almasa da içimizde hoş bir heyecanla izliyoruz Colessium u.Bir hayli zaman geçiriyoruz burada neredeyse günümüzün yarısı burada geçiyor.Sonra Başkanlık sarayına doğru yürümeye başlıyoruz.Her sokakta yeni bir eser yıkık bir kent.Üzerlerinde toz bile yok


.Burada müzeye gitmeye gerek yok çünkü kentin kendisi müze.İtalyanlar eserlerini sokaklarda sergiliyorlar takdir ediyorum hayranlık duyuyorum tarihe duydukları saygıya , verdikleri değere , sahiplenmelerine , Muhteşem bir yapı olan başkanlık sarayı(ben öyle diyorum bu binaya) Bembeyaz tüm zerafeti ve simetrisiyle kendini hayran bırakıyor.Oradan nehre doğru yürüyoruz.Ama önce karnımızı doyurmalıyız.Yolda bir çin lokantasına rastlıyoruz burada yemek yemeye karar veriyoruz.Ama ne yiyeceğimiz konusunda hiç bir fikrimiz yok.Yaklaşık yarım saatlik bir menü incelenmesinin ardından hepimiz turist menüsünde karar kılıp bir yarım saat daha bekliyoruz.Yediğimiz yemekler öylesine lezzetli  ki herşeye değer.Güzel bir yemeğin ardından.Arkamız daki masada oturan bir adam ve iki kadınla ilgili yapılan dedikodunun ardından Nehre doğru yürüyoruz.


Ama hava kararmış durumda Birkaç fotograf çekip geri dönüyoruz çünkü saat 11 de trenle italyanın güneyine gidecekler.Moda tasarım kursu için 10 kişi olarak İtalya'nın güneyinde bir yere bir aylığına gelmişler hafta sonunu Roma da değerlendirmek istemişler.Gamze yle Eray çantalarını almak için hostele gidiyorlar Bizde Cem'le bira içmek için garının 200 mt. aşağısında ki havuza gidiyoruz.Yürümekten bir numara daha büyümüş olan ayaklarımızı buz gibi suya sokup buz gibi biramızı yudumluyoruz.Bu gerçekten çok keyifli.Tren saati yaklaşıyor.Gara gidiyoruz herkes orada biraz bekledikten sonra onları uğurlayıp Hostelime dönüyorum.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Floransa

3 saatlik bir yolculuğun ardından Floransa garında iniyorum.saat saat 10'a gelmek üzere.Önce roma biletimi alıp daha sonra hostelimi bulmalıyım.(Bu sefer biraz daha tedbirliyim hostelimin adresini ismini not almıştım.)Gezimin bitmesine 4 günlük bir zaman var.O yüzden Floransa için bir gün ayırdım.Ertesi gün akşam için Roma trenin den yerimi alıp.Dışarıya çıkıyorum.Gördüğüm ilk kişiye hostelin adresini göstererek nasıl gidebileceğimi soruyorum.14 numaralı otobüse binmemi söylüyor.Hemen garın karşısında ki durağa giderken önümden 14 numaralı otobüs geçiyor.Önemsemiyorum ve durakta beklemeye başlıyorum yaklaşık2 saatlik bir bekleyiştwn sonra otobüsün gelmemesi biraz moralimi bozsada umursamıyorum.Sırtımda 20 kiloluk bir çanta ve başka bir sırt cantasıyla Floransa nın ünlü Duomusuna ulaşıyorum.Saat 12 ye gelmesine rağmen burada hayat hala hareketli.Myedandaki turun ardından bir taksiciye hostelimin adresini gösteriyorum.Taksici buranın şehrin dışında olduğunu ve buradan oraya yaklaşık 30 € tutabileceğini söylüyor.Geceliği 14 € olan bir hostel için değmeyeceğini bir yandan da içimde beni tetikleyen macera arayışının etkisiyle barların olduğu sokağa doğru yürüyorum.Sırtım da kocaman sırt öantasıyla girdiğim barda bütün bakışları üzerime toplasam da bundan hiç rahatsızlık duymuyorum.Plastik bir bardakta bira alıp çıkıyorum dışarıya barın karşısında güzel manzaralı bir yere geçip biramı yudumlayıp hem yorgunluğumu atıyorum hemde insanları tanımaya çalışıyorum.



Bir moladan sonra bir kaç sokağı daha dolaşıyorum ama gözüme çarpan ne bir hotel var ne bir hostel.Yürümeye devam ediyorum sessiz sokaklara giriyorum karşıma bir internet kafe çıkıyor.İnternetten bir hostel bulabilirim diye düşünüyorum kafeye girdiğimde zaten saat 1:30 Kafe 3 te kapanıyormuş.3 e kadar kafede kalıp internette  arkadaşlarla sohbet ediyorum.Bu saaten sonra bir hostele gitmenin zaten anlamı yok.Çıkıyorum dışarıya Tekrar gara gidiyorum ama gar kapalı.


Garın karşısında ki mcDonalds'a giriyorum.Bir yemeğin ardından saat altıya kadar burada oturuyorum. Saat 6 da gar açılıyor.Gara gidip uygun bir yer bulup uyuyorum sabah uyandığımda gar hareketlenmiş kalabalıklaşmış halde. Çantamı emanete bırakıp atıyorum kendimi dışarıya.Floransa parkına gitmeye karar veriyorum ama önce ilk gördüğüm bar da (burada kahvaltı edebileceğiniz sandvic tarzı şeyler satan yerlere bar diyorlar)güzel bir kahvaltı ediyorum.Ardından parka doğru yürüyorum parka ulaştığımda sessiz sakin bir yerle karşılaşıyorum.Burandan nehrin üzerinden eski Floransa sokaklarına giriyorum.Burada bütün evler neredeyse birbirinin aynısı evlerde pek fazla dikkatimi çeken birşey yok çok sıradan duruyorlar hepsi neredeyse 3-4 katlı düz yapılar.Ama tarihi de yansıtıyorlar.



Dar sokakların arasından tekrar duomo ya doğru yürüyorum.12 yy dan kalma kiliseler çıkıyor karşıma.Heran tarihi bir yapıyla karşılaşmak mümkün.Tarihi doku çok iyi korunmuş.Floransa  her sokağı tarih kokan bir şehir ama biraz sıradan geliyor bana beni çok fazla cezbetmiyor.Dar sokaklardan devam ediyorum yoluma Duomo tüm heybetiyle karşımda duruyor.Devasa yapının içini görmek için sabırsızlanıyorum.İçeriye giriyorum Gerçekten etkileyici.Kubbesine çıkmak istiyorum ama başka bir yerden çıkılıyor kubbeye dışarıda yağmurun da başlamasıyla kubbeye çıkmaktan vezgeçiyorum.Meydana nazır bir yerde oturuyorum biraz.Sonra çarşısında geziyorum.Hava çok yağmurlu geceden uykusuzum ve tren saatim yaklaşıyor en iyi istsyona gidip treni beklemek.İstasyona gidip Roma trenimi beklemeye başlıyorum.

Venedik

           Milano'dan başladığım dört saatlik bir yolculuğun ardından içimde apayrı bir heyecanla ulaşıyorum Venedik'e.Venedik'in çocukluğumdan beri merak ettiğim ve görmek istediğim bir yer olması bu heyecanın başlıca kaynağı.Venedik Tren istasyonunda inip Floransa biletimi ayarlamaya çalışırken bir an önce çıkıp gezmek için sabırsızlanıyorum.Büyük sırt çantamı emanete bırakıp Biletimi aldıktan sonra atıyorum kendimi dışarıya.İlk andan itibaren sanki bir tablonun içindeymişim hissi yaşıyorum.İçime dolan romantizm rüzgarı kalbimden dışarıya sevgi olarak yayılmakta.Rezervasyon yaptırdığım Hostelin ismini adresini bilmiyorum.Bir internet kafeye gidip bu bilgileri almam gerekiyor bunun içinde bir internet kafe bulmalıyım.Gardan aldığım haritayla bakarak ilerlemeye başlıyorum nasıl olsa bir kafe de karşıma çıkacaktır diye düşünerek.
     Büyük kanalı takip ederek kafelerin önünden yürümeye başlıyorum.Neredeyse her 100 metrede bir bir meydan karşılıyor beni.16'yy dan kalma evlerin herbiri görülmeye değer bir sanat eseri.Dar sokaklar dan küçüklü büyüklü köprülerden geçiyorum.Gondolları seyrediyorum.Evlerin pencerelerindeki çiçekler ayrı bir hava katıyor sokaklara.İnsanlar yok pencerelerde sanki evler kullanılmayan evler gibi.Merak ediyorum içlerinde kimlerin yaşadığını.Venedik mimarisine hayranlık duymamak mümkün değil.Bir köprünün basamaklarında veriyorum molamı.Yanımdan geçen insanların sessiz ve hayranlık dolu bakışlarında görüyorum insana bu şehrin neler yaşattığını.Yoluma devam etmeden çantama koyuyorum haritamı bu şehrin sokaklarında kaybolmaya niyetliyim.Bırakıyorum kendimi bilinmeyene her adımımda yeni bir sürprize.Böyle yaşanmalı aslında hayat diyorum kendikendime teslim etmek kendini bilinmeyene sürprizlere bütün duyargalarını açmak.Kayboluyorum nerede olduğumu nereye gittiğimi bilmeden ilerliyorum geçmişimi silerek geleceğimi düşünmeyerek o anın bütün hücrelerime doluşu ,yollardaki taşların dizilişi , evlerin tuğlalarını saran yosunlar ki gibi .bir gondolun kanaldan süzülüşü gibi yürüyorum ağır ve acelesiz.
   
Hava kararmaya başlıyor. Burada bir internet kafe var mı diye soruyorum ilk gördüğüm dükkanda ki adama.İstasyona yakın bir yerde var diyor.Tekrar geri dönmek için açıyorum haritamı biraz zorda olsa buluyorum.Aramaya başladığım yerde kafeyi ve onun sadece 100 metre ilerisindeki hostelimi :)


   Kapıyı çalıyorum.Eski bir evden dönüştürülmüş hostelin büyük salonuna buyur ediyorlar beni.Salon da onlarca  genç gruplar halinde muhabbet ediyor.Siyahi bir kız görüyorum gerçekten çok güzel hem siyahi hemde çekik gözlü güzelliğiyle dikkatimi çekmeyi başarıyor. Kaydımı yaptıktan sonra odamı gösteriyorlar.Siyahi güzel kızın yanındaki yatak ta yatacak olmam Bugün de şanslı günümde olduğumu gösteriyor.Selam diyorum Tanışıyoruz.Shigan Kanadalı arkadaşı var yanında ranzanın üstünde Avusturalyalı bir çocukla muhabbet ediyorlar.Onlarla da tanıştıktan sonra Avusturalyalıdan güzel bir teklif geliyor.Bu akşam birlikte içelim mi evet diyoruz hepimiz :)Sonra hosteldeki görevli geliyor Arkadaşlar bu akşam gelmek isteyenlerle birlikte içmeye çıkacağız diyor.Gitmeye karar veriyoruz.Toplanıp 10-12 kişi çıkıyoruz dışarıya.10-15 dakikalık yürüyüşten sonra.Kokteyl satan bir büfeye geliyoruz.Buradan ayak üstü kokteylimizi alıp (bu arada Shiganın tavsiyesi üzerine içinde Tekila viski olan kokteylden alıyorum)Büyük kanalın kenarında İskeleye geliyoruz iskele üzerinde bir sürü genç var hemen kaynaşıyoruz.Hosteldeki görevli kız sonra dan bize katılan avustralyalı diğer bir arkadaş ve dördümüz koyu bir muhabbetin içine dalıyoruz.Arada muhabbet daha da koyulaşıp benim ingilizce olarak anlayacağım seviyeyi aşıp bana basit olarak anlatıldıktan sonra devam eden muhabbet Shigan ve arkadaşının yorgun oldukları için Hostele geri dönmeye karar vermeleri benim bira almaya gitmeme kadar devam ediyor.Biramı alıp geldikten sonra iskambil kağıtlarıyla beni beklediklerini görüyorum.Kağıtlar dağıtılmaya başlanıyor ama oynayacakları oyunu bilmiyorum kısa bir anlatımın ardından başlıyoruz oynamaya birkaç turdan sonra iskambil oyunlarındaki maharetlerimi göstermeye başlıyorum.Gece iyice ilerledikten sonra toparlanıp tekrar Hostele dönmeye karar veriyoruz.Yolda Bizimle aynı hostelde kalan isveçli arkadaşlarla muhabbet ediyoruz.Bir ara İsveç in nufusu konusu açılıyor.İstanbul'un nufusunun ülkelerinin nüfusunun iki katı olduğunu öğrenince biraz şaşırıyorlar.Hostele ulaşıyoruz Yorucu bir günğn ardından Amerikalı arkadaşla bira içip muhabbet ediyoruz.Hostelde görevli kızın da eski erkek arkadaşının Türk olmasından kaynaklandığını düşündüğüm ilgisiyle renklenen muhabbet uykusuzluğun bastırmasıyla sona eriyor.

Ertesi gün Salona yakın odada olmanın verdiği avantajla seslerden uaynıyorum.Shigan ve arkadaşı çoktan kalkmış (adını unuttum o yüzden arkadaşı diyorum veya Shigan hep ön planda kalmış herhalde benim için Bu arada Shigan ın kanada da Buz hokeyi oyuncusu olması da ilgimi çeken diğer bir konu)Avustralyalı nın uyanmaya pek niyeti yok gibi.Hostelde birlikte yaptığımız Kahve kızarmış ekmekli bir kahvaltının ardından Shiganlar bilet almak için istasyona gidiyorlar.Bende gezime kaldığım yerden devam etmek üzere dışarıya çıkaacağım Hostelde görevli kız ve diğer arkadaşlarla vedalaşmak için odalarına giriyorum.Kalmamı istiyorlar birlikte gezeriz diyorlar.Ama ben pek gruba bağlı kalmak istemediğimden gideceğimi söylüyorum.Vedalaşıyoruz.

Haritam da belirlediğim gezi güzergahımı takip ederek gezmeye balıyorum.Akşam 6:30  a kadar vaktim var 7 de Floransa trenine bineceğim.Belli bir süre sonra haritaya bağlı kalmanın bu geziyi biraz donuklaştırdığını düşünüyorum.Haritayı çantama koyup devam ediyorum.Büyük kanaldan ilk gündekinin tersi istikametinden yürümeye başlıyorum.Bu yaka daha sessiz daha sakin turistlerin az bulunduğu bir yer.Belli bir yürüyüşten sonra anayola çıkıyorum uzun bir yürüyüşün ardından yolun çıkmaz bir yol olduğunu görüyorum bu sırada çok yoğun bir yağmur başlıyor.Tekrar geri dönüyoruma ama yol üstünde sığınacağım bir yer yok.Üzerimde bir tshirt ve şortla koşmaya başlıyorum.Ben koştukça Yağmur da şiddetini iyice arttırıyor.400-500 metre sonra küçük bir binanın 30 cm lik sacağının altına sığınıp 2 saat boyunca yağmurun dinmesini bekliyorum.Yağmur dinmesiyle birlikte tekrar gedliğim yerden şehir merkezine doğru yürüyorum.San Marco meydanına gitmeye karar veriyorum.Bu meydana giderken yine yağmura yakalnıyorum.Zaten yeni kurumaya başlayan elbiselerimi tekrar ıslatmaya niyetim yok.Zaten acıkmakta olan karnımın da uyarıyıla Kendimi bir pizzacıya atıyorum.Bira ve leziz pizza eşliğinde cama vuran yağmurun sesi İçerisinin sıcaklığıyla dışarıda koşuşturan insanları izlemeye koyuluyorum.

Yağmurun dinmesiyle birlikte san marco meydanına doğru yürüyüşe geçiyorum.Dar sokaklardan pahalı mağazaların vitrinlerini(bir eldivenin 1000 € Bir bayan kabanın 10 000 € larda olduğunu görünce pahalı olduğuna hak verirsiniz) büyük bir ilgiyle izledikten sonra San Marco Meydanındaki Cafelerin arasında ki Dondurmacı da alıyorum soluğu.Havanın ve Dodurmanın soğuğu Meydan daki ünlü restaurantın klasik müzik yapan müzik grubunun müziği eşliğinde yeniden başlyan yağmurda ıslanmıyor olmanın sıcaklığıyla gözlemlediğim Meydan iğne atsan düşmeyecek kadar da kalabalık.


Meydan da geçirilen keyifli zamanın ardından Tekrar geldiğim yerden geriye dönüşe geçiyorum ama saat 4 gideceğim yeri tam bilmiyorum ve bulması gerçekten zor.O yüzden Metro ya binmeye karar veriyorum.Metro burada bir vapur hem kanalı gezmiş olacağım.Yaklaşık bir saatlik vapur gezisinin ardından istasyon durağında iniyorum.Yorgun düşmüş bir halde kendimi en yakın banka atıyorum.Bu sırada çektiğim fotografları laptop ıma atıp incelemek içinde yeterince zamanım var.Fotografları incelerken sağımda oturan kadının kızını dürterek fotografları gösterdiğini  kızın da dikkatle baktığını görmezlikten gelip fotolarımı inceleyip laptop ımı kapatıyorum.Beş dakika sonra kız Merhaba diyor.Fotograflarını gördüm çok beğendim alabilirmiyim diyor.Tabi diyorum.Annesi de mutlu oluyor.Hepsini veriyorum.Defalarca teşekür ediyorlar.Artık yolculuk vakti gelmeye başladı.Emanete bıraktığım çantamı alıp Venedik'e güzel duygularla veda ediyorum.   

19 Eylül 2010 Pazar

Milano

       İtalyan bir hanım ve çocuğuyla başladığım.Almanya da yaşayan konuşkan neşeli kendisinin çılgın olduğunu söyleyen çocuklarıyla milano ya giden siyahi bir hanımın katılımıyla devam eden muhabbet dolu neşeli bol kahkahalı 10 saatlik bir tren tolculuğunun ardından akşam saat 10 da Milano İstasyonunda iniyorum.
 Metroya biniyorum önce şaşırıyorum çok eski bir metroları var.Metrodan inip taksiye biniyorum heryer inşaat halinde neredeyse sanki Milanoyu tekrar inşaa ediyorlar.Kısa bir yolculuktan sonra buluyorum hostelimi.Odam da Amerikalı çok sempatik bir kız var.Ertesi gün ayrılacakmış.Güzel bir muhabbetin ardından yatıyorum.
   

Sabah Erken den kalkıp bizim İstiklaldeki Tarihi nostaljik tramvayın boyasız ve bakımsız hali olan bir tramvayla  Duomo ya doğru yol alıyorum.Meydana yakın bir yerde inip Tarihi kaleyle Duomo arasında ki bizim İstiklal Caddesi havasındaki Cadde üzerindeki bir pizzacıya girip merak ettiğim İtalyan pizzasıyla güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Duomoyu karşımda görüyorum.

               Bembeyaz mermerden her taşı sanki nakış gibi işlenmiş sanki başka bir yerde yapılmış da oraya kondurulmuş gibi duran Duomo nun zerafetinden etkilenmemek mümkün değil.Duomo nun içerisinde yaptığım geziden sonra Katedralin hemen yanında kiEmmanuel çarşısına giriyorum buradan bir şehir haritası aldıktan sonra Tekrar geldiğim caddeden Havuçtan horoz köpek kedi yapan amcayı selamlayarak Castello Sfersezco ya doğru yürüyorum.




            Tarihi kalenin içinden devam edip ön trafındaki parkın arkasına ve buradaki ünlü Kapıdan çıkıp Şehrin diğer ucundaki parka gidiyorum uzun bir yürüyüşten sonra buraya ulaşıyorum ama burası sessiz sakin bir yer.Buradan tekrar duomoya doğru yürüyorum. Tarihi binaların içine yerleştirilmiş ünlü giyim markalarının mağazalarını seyrederek Tekrar duomo ya ulaşıyorum.Burada Ünlü italyan Spagettisi ve Beyaz şaraplı bir yemeğin ardından


Leonardonun Ünlü eseri Son Yemek Tablosunu görmek üzere Santa Maria Della Grazie Kilisesi ne gidiyorum Kilisenin içindeki küçük bir geziden sonra tablonun bulunduğu bölüme geçiyorum sıra yok bilet almak için yaklaşıyorum ama  telefonla rezervasyon yapmamı istiyorlar ve 2 hafta sonraya ancak sıranın gelebileceğini söylüyorlar.Burada gruplar kendilerine verilen saatte toplanıp toplu bir şekilde geziyorlar.Buradan ayrılıp ünlü Mağazaları gezerek gezimi noktalayıp tekrar hostelime dönüyorum.
       

   Bugun benim doğum günüm Hostelde Facebook taki Tebrik mesajlarımı cevaplarken Görevli arkadaş bu gece doğum günü partisi vereceklerini herkesin partiye davetli olduğunu söylüyor.Kimin doğum günü diye soruyorum.O sırada benim doğum günüm olduğunu hatırlıyor.(Kaydımı yaparken doğum günüme dikkat edip senin yarın doğum günün mü demiş ve tebrik etmişti.)Kolumdan tutup gel diyor blgisayarı zor kapatıyorum.Dışarda hazırlanmış masaya gidiyoruz masanın etrafında bir grup insan oturuyor.Önce beni tanıştırıyor sonra bugun benimde doğum günüm olduğunu söylüyor.Masadaki bütün insanlar beni tebrik ettikten sonra bende asıl doğum günü partisi olan arkadaşıı tebrik ediyorum.Aynı gün ve aynı yıl doğmuş olmamız gerçekten çok ilginç.Bugün senin günün diyorlar.Senin için bir San Buca açacağım diyor.San Boca yı getiriyor bardaklara boşaltıp içine de bir kahve çekirdeği atıyor.Çok sert ama çok tatlı bir içki.İnsanın genizini yakan bir sertlikte.Kahveyi ardından çiğneyince biraz hafifliyor.Hostelde ki diğer arkadaşların katılımıyla daha renklenen parti pastanın birlikte kesimi müzikler eşliğinde saat 3'e kadar devam ediyor.Herkese ne kadar teşekkür etsem az.San Boca'nın da etkisiyle Huzurlu bir uyku çekiyorum.
           Sabah erkenden kalkıp Daha önceden aldığım Venezia (Venedik) treni için istasyona gidiyorum.Tarihi milano garının güzel manzarası gardaki Mükemmel pizza lezzetiyle Trenimi beklemeye başlıyorum.Güle güle Milano.:)

18 Eylül 2010 Cumartesi

Münih

Barcelona dan Önce Strasbourg a ardından bir kaç aktarmayla akşama doğru Münih'e varıyorum.Kalacağım yer istasyona yakın yürüyerek gidiyorum hostelime yerleştikten sonra elimde haritamla çıkıyorum dışarıya.Önce Marien Platz'e (münih meydanı) gidiyorum.Oratlık sessiz sakin dükkanların çoğu kapalı hava neredeyse kapanmak üzere.Hava yağmak ve yağmamakta kararsız.Meydanın etrafında bir cadde seciyorum kendime yürüyorum.


 Saat 10a geliyor bütün dükkanlar kapalı ortalıkta kimseler kalmıyor.Hostelime geri dönüyorum.Burada ortam daha hareketli kalabalık.Biraz barda oturduktan sonra odama geçiyorum.
Sabah İlk işim Marien Platz'i gündüz gözüyle görmek gerçekten güzel bir kilise var burada etrafında tarihi yapılar.Buradan Irmağın kenarındaki parka gidiyorum.



Irmak ve park paralel devam ediyor parkın içinden Dautche Museum a geliyorum.Burası çok büyük olmamakla beraber alman tarihi ve teknolojisinden kesitler sunan bir yer.İçeriye girdiğimde beni 13-14 yy.Dan kalma bir gemi karşılıyor çeşitli yy.lara ait gemiler ve sonunda Cruise ların maketleri.Bir sonraki bölümde helikopterler arabalar uçaklar makinalar ve bunları nasıl çalıştığını gösteren mantığını anlatan simlatörler va maketler.Bir helikopter simülatröünün önüne geliyorum iki çocuk ve babaları var.Babaları Helikopterin mantığını anlatıyor çocuklara bende dinliyorum bir yandan anlamaya çalışıyorum.Oradan uçağın gelişim aşamasını gösteren belgeseli izliyorum.Çocuklarla birlikte etrafımda 8-10 yaşlarında çocuklar.Siyah beyaz belgeselde gördüğüm uçakların gerçeklerini hemen Etrafımda görmek beni nasıl olumlu şekilde etkiliyor ve bunların yapılmasının mümkün olduğuna beni ikna ediyorsa.En az yüz kat daha fazlasını da burada ki çocuklara da hissettiriyor.Karmakarışık gördüğümüz bir sürü sistemin aslında burada ne kadar basit bir mantıkla yapıldığını görmek insanı şaşırttığı kadar hayranlıkda uyandırıyor.Ama en Çok hayran olunacak konu Oraya gelen çocukların bir şeyleri yapabileceklerini herşeyin mümkün olduğunu öğreniyor olması.Almanların bu kadar başaralı olmalarının en büyük nedenlerinden biri disiplinlerinin yanında çocuklarını yetiştirme eğitme tarız diye düşünüyorum.Kendi çantasını alıp taşıyan 6-7 yaşındaki çocukları 13-4 yaşında seyahate çıkan çocukları gördükten sonra Bizim çocuklarımız içinde aynı şeyleri dilemekten başka bir çarem kalmıyor.

Oradan Çıkıp English Garden'a doğru yürüyorum.Yine nehrin kenarından.Büyük caddelerden bisiklet yollarından geçtikten sonra ualşıyorum English Garden'a.Bir göl karşılıyor beni içinde ördekler kazlar insanlar ağaçların altındaki yollarda yürüyüp çimlerde uzanıyorlar.Kırmızı bir Ağaça takılıyorum yemyeşil ağaçların arasından gülümsüyor tüm nezaketiyle deavm ediyorum nehrin döküldüğü yere geliyorum.Sörf tahtaları sörf kıyafetleriyle gençler burada sörf yapıyor.Harika birşey bu parkta sörf :).Oradan Kafelerin olduğu yere doğru yürüyorum insanlar bikinileriyle güneşleniyor nehrin kenarında nehrin diğer tarafında çpılaklar güneşleniyor.onlarıda selamladıktan sonra büyük yemyeşil bir alana geliyorum ağaçların arasından dümdüz yemyeşil bir alan top oynayanları,güneşlenenleri, geçtikten sonra bir göl daha çıkıyor karşıma gölün içinde sandallarla geziyor insanlar diğer uçta kafeler var.Ördekler kazlar burada selamlıyor beni.Oturuyorum gölün kenarına Tabiki biramı da alıyorum.Huzuru derinlerimde hissediyorum ördeklerin kazların arasında salınan sandallar yemyeşil bir doğa.

.
English garden dan sonra Bmw müzesine doğru yol alıyorum.Uzun bir yürüyüşten sonra Bmw müzesindeyim ama maalesef kapalı.Bmw nin satış yerinde Son model arabaları ve motosikletleri gördükten sonra Olimpik parka gidiyorum.


 1972 Yaz olimpiyatlarının yapıldığı Münih olmipiyat stadınında bulunduğu bu park gerçekten görülmeye değer.yemyeşil bir doğanın yanında göl manzaralı bu park Almanların parka yeşilliğe ne kadar önem verdiğini bir kez daha gösteriyor.biraz çimlerde uzandıktan sonra.Göl kenarına kurulmuş olan konser platformuna yürüyorum burada alman rock müziğinden örnekleri genç bir gruptan dinledikten sonra patenleriyle bisikletleriyle gezen insanların arasından gecerek yola koyuluyorum.Uzun bir yürüyüşün ve yorgunluğun ardından Hostelimdeyim.Akşam dışarıya çıkıyorum yemek için fast food birşeyler yedikten sonra yine ortalık erkenden tenhalaşıyor bir yandan da yağmur başlıyor geriye dönüyorum.Ertesi gün Milanoya gideceğim için erkenden yatıyorum.
Ertesi gün kalkıp istasyona doğru yürümeye başlıyorum yol girdiğim cadde De bütün dükkanlar Türk.Tabelalar türkçe Goethe Caddesi burası hatta İşbankası bile var.Bir lokantanın camekanında simitleri görmemle kendimi içeriye atma bir oluyor.Mercimek çorbası alıyorum çok özlemişim yanında ekmek vereyimmi diye soruyor.(Bu arada ben hala neden ingilizce konuşmaya çalışıyorum anlamaıyorum)Hayır simit yiyeceğim çorbanın yanında simit istiyorum.Bu kadar özleyeceğim aklıma gelmezdi.Gezimdeki en güzel kahvaltıyı yaptıktan sonra oradaki bir kaç Türkle muhabbet ediyoruz.Türkiye de ki şartlar burayı geçti neredeyse diyorlar.Durumlarından pek memnun görünmüyorlar açıkcası.Burada bir çok Türkle karşılaşmak mümkün.Bir Türk marketinden Meyve takviyesi yapıp yoluma devam ediyorum.Güle güle Münih :)

Barcelona IV

Sabah uyanıyorum Ecemle muhabbet ediyoruz biraz.Gerçekten sevecen cana yakın sempatik bir kız.Bu arada Angelita (Şilili) uyanıyor hazırlanıp dışarı çıkacak vedalaşıyoruz.Bu arada bende eşyalarımı topluyorum.Çünkü buradaki son günüm.Ecem le de vedalaşdıktan sonra.Yemek salonuna iniyorum.Ekip orada yine.Bir masaya oturuyoruz.Bugun benim ve Noemie ve Zoe nin son günleri aslında istasyona gidip trenden yer ayırmam lazım nereye gideceğimi dahi bilmiyorum.Ama kalıyorum Öğlene kadar muhabbet ediyoruz.Ben durumu anlatıp müsade istiyorum.Kalkıyoruz.Noe ve Zoe Psycho Killer Şarkısının nakaratına söylemeye başlıyorlar iki gece önce birlikte birlikte votka içip bu şarkıyı benim ısrarım üzerine tekrar tekrar dinlemiştik.Kapının önüne geldiğimizde Luca ve Frencesco Onlara öğrettiğim Fenerbahçe tezahuratına başlıyorlar:)Bende katılıyorum onlara Herkes bize bakıyor alkışlayanlar gülenler.Sonra İnter ve Jose morinhio tezahuratı yapıyoruz.Sıcak bir veda oluyor bu onları gerçekten özleyeceğim.Bir yerlerde tekrar karşılaşmayı umut ederek ayrılıyorum.
İstasyona gidiyorum.Zürih trenini soruyorum iki gün doluymuş.Münih e bir yer alıyorum.Bir yere oturup beklemeye başlıyorum.Trenim 17:15 te.O sırada Noe ve Zoe yi görüyorum sesleniyorum.Sarılıyoruz birbirimize Granada ya kampa gidecekler otobüsle ve onlarında otobüsü aynı saattte parka gidelim orada çimlerde uyuruz diyorlar güzel fikir çünkü hepimiz uykusuz.İstasyonun arkasında güzel çimlik bir yer bulup Noe ile ben uyuyoruz Zoe kitap okuyor.15 dakika kala kalkıp istasyona gidiyoruz.Veda zamanı.Güle güle Barcelona.

Barcelona III

2 günlük plaj ve deniz keyfinin ardından.Elimde haritamla düşüyorum yollara ilk durağım Camp Nou.Burası hostelime yakın olduğu için buradan başlıyorum.yaklaşık 20 dakika sonra stadın önündeyim ama stadın önünde upuzun bir kuyruk var.Truist gezi otobüslerinin durağı burası Barcelonalıları tebrik ediyorum.Büyük kulüp olma mı maddi getiri sağlıyor.Maddi getiri mi büyük kulup yapıyor başarılar mı sanırım bu bir öngü.Önce Barcelona müzesine giriyorum.Müzede Unicef için ayrılmış bir bölüm var.Bu duyarlılığı için Bir kez daha tebrik ediyorum Barcelona 'yı.Biz de böyle olabilir miyiz diye düşünüyorum(Fenerbahçe olarak)Sonra Frencesco ve Lucanın Dün Akşam İsviçrenin orta sıra takımı olan Young boy 'a yenilip elendikten sonra beni teselli edişleri geliyor aklıma.Şampiyonlar Şampiyonu olmuş kulüplerinin İnterin taraftarı olmanın verdiği gurur ve rahatlıkla :)Müzede bir çok ünlü futbolcunun hatıraları ve kupaların ardından tribünlere çıkıyorum.Gerçekten boşken bile harika.Burada maç kaybetmek zor olur diye düşünüyorum.Stad gezimin ardından Park de guell e doğru yol alıyorum.


Park de guell e girdiğimde beni ispanyol müziği yapan bir grup karşılıyor.Oturuyorum müziği dinliyorum.Bu arad yanıma iki kız oturuyor.Biraz muhabbet ediyoruz.Caroline ve Stefani Almanlar ikizler.Parkı birlikte gezmeye kara veriyoruz.Parkı gezmeye başlayınca Gaudi'ye bir kez daha hayran kalıyorum.Keşke diyorum bütün dünyayı gaudi yapsaydı.:)Sanki şekerden yapılmış gibi evler.Fantastik bir şeye bağlı kalınmadan kalıpların dışında özgün eserler harika harika harika.Park guell gezimizin ardından çimlerde uzanıyoruz dinleniyoruz akşam olmak üzere caroline ve stefaniyle vedalaşıyorum.

Hostelime geri dönüyorum.
Odam da yeni 3 kişi var.Biri yunan biri avusturya lı biri Şilili.Benim nereli olduğumu soruyorlar söylüyorum o sırada içerden bir ses aaa Türk müsün diyor:)Yunanlı çocuk, Avusturyalı kız ve Ece birlikte gelmişler.Bern de erasmus öğrencisiymişler.Biraz muhabbet ettikten sonra onlar dışarıya çıkıyorlar.Şilili kızla birlikte kalıyoruz.Akşam ne yapacağını soruyorum.Müzik dinlemeye ordan da sinemeya gideceğini söylüyor.Birlikte gidelim mi diyorum tamam diyor.Önce Espanyol meydanına gidiyoruz.Burada rengarenk bir su şovu ayrıca harika havuzlar ve ortamla uyumlu klasik müziklerin ve kalabalığın eşliğinde güzel zaman geçirdikten sonra.Sinemaya gitemey karar veriyoruz ama film ispanyolca olacağı için vazgeciyoruz.:)Pueblo Espanyol Agitmeye karar veriyoruz.Burası eski bir alışveriş merkezi gibi görülmesi gereken bir yer.İçeride bir bar buluyoruz.İspanyol müzikleri eşliğinde dans ediyoruz ortam gerçekten çok güzel.küçük bir yer ama insanlar ortam müzikler harika.Saat 2 oluyor metroyu kaçırmamak için çıkıyoruz ama maalesef kaçırmışız.Biraz Otobüs arama ve yol sorma macerasının ardından hostelimize geliyoruz.

Barcelona II

Sabah kalkıp kahvaltı için yemek salonuna iniyorum.Luca ,Frencesco Noe ve Zoe ile yaptığımız güzel bir kahvaltının ardından plaj malzemelerimi alıp doğru plaja gidiyorum.Madrid 'e gidemeyerek kazandığım bu 2 günü burada denize girerek değerlendirmek istiyorum.
Bacelona Plajı kısa bir plaj deniz dalgalı genelde beklediğim gibi berrak bir su yok maalesef ama yinede atmosfer iyi.İnsanların gözü önündeki bir yere yerleştikten 10 dakika sonra çığlıklar ve bağrışmalarla geriye dönüyorum bir hırsız yakalıyorlar birini çantasını alıp kaçarken elinden çantayı alıp bırakıyorlar tabi polisi çağırıp adamı polise teslim etmemelerini yadırgıyorum.
Güzel bir bir geçirdikten sonra.Akşam Katalunya meydanından sahile doğru inen yolda yürüyorum çeşitli gösteriler el yapımı ilginç eşyalar ressamlar dans edenler bu cadde kalabalık ve ilginç bir cadde.Yolda yürürken koko ve mariuhanna satan faslılar yolunuza çıkıp ısrarcı davranabiliyorlar bazen.

Barcelona'da I




Saat 11'e geliyor Bengü ,Irmak ve ben Barcelona istasyonunada iniyoruz.Onların kalacakları hosteli bulmak için koyuluyoruz yola.Yarım saatlik bir aramadan sonra buluyoruz kalacakları yeri ama benim için bir yer yok çünkü hostel dolu.Bana ineternetten bir yer ayarlıyoruz.Yarın 10 da istasyonda buluşmak üzere vedalaşıyoruz.1 saatlik bir aramadan sonra Hostelimi buluyorum.Güzel bir uykunun ardından istasyona gitmek için erkenden kalkıyorum.yaklaşık 3 saatlik bir aramanın ardından yanlış istasyonda soluğu alıyorum.Ama yapacak birşey yok cep telefonum da yok Bengüyle Irmak'ı kaybediyorum.



Catalunya meydanına geliyorum.Buradan çok merak ettiğim Sagra de Familia Katedralina gideceğim mydandan yukarıya doğru yürümeye başlıyorum.Ama yolumun üstünde görmem gereken Barcelona yı Barcelona yapan adam olarak bilinen ünlü mimar Gaudi'nin tasarladığı binalar var.Bottle casa ve Casa Mila La Pidrera yı gördükten sonra.Gerçekten harika fantastik yapılar.


Oradan Sagrada Familia ya doğru yürüyorum.Kısa bir yürüyüşten sonra Katedraldeyim.Gerçekten görülmesi gereken harika bir eser.Gaudi nin başlattığı planlanan 12 kulesinden 8 ni yaptıktak sonra tamamlayamadan öldüğü bu eserin yapım çalışmaları hala devam ediyor. Buranın etrafında çok sayıda turist var ve Katedralin önünde upuzun bir kuyruk var.İçerisini gezmeyi başka günlere bırakıp.Begümle Irmak'ın saat 7:30 da trenleri var Milano'ya önce Catalunya meydanına sonra gara gidiyorum.1 saat bekliyorum ama gelen giden yok.Hostelime dönüyorum metroyla Gar hostelimin bulnduğu yere sadece 2 durak ötedeymiş ben boşuna uğraşmışım sabah garı bulmak için.
Akşam Hostelin kafesine iniyorum internete girmek için.Bir kız geliyor yanıma İtalyan mısın diyor hayır Türküm diyorum.Kanadalı Noemie sonra arkadaşı Zoe ile tanışıyoruz o da Kanadalı sonra İtalyan Frencesco ve Luca ile tanışıyoruz.Onlar Zaten dördü orada tanışmışlar güzel bir muhabbetin ardından uyku moduna geçiyorum.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Paris'de III

Eğlenceli bir akşamın ardından kendimi şarj etmek sabah olmasını beklemek için istasyona dönüyorum.Saat 09:00 a kadar bir bankta uzanıp biraz dinlendikten sonra Türkiye de neler olduğunu öğrenmek üzere telefon ve internet kafeye gidiyorum.Telefon edip maillerime baktıktan sonra.Louvre'e doğru yol alıyorum.
Louvre Müzesine ulaşıyorum.Birgün de burayı gezmenin imkansız olduğunu biliyorum o yüzden en önemli olanlarını tabloların olduğu bölümü, heykellerin olduğu bölümü gezmeye çalışacağım.Zaman kalırsa islam eserleri afrika eserlerine bir göz atabilirim.Aslında Napolyon'un özeli bir bölümü var merak ediyorum ama zaman kalmayacağını sanıyorum.
Savaşların , işgallerin esaretin , kralların ve genellikle İsa ve Hristiyanlığın anlatıldığı küçük büyük tabloların arasından ilerliyorum.İleride bir kalabalık görüyorum, yaklaşıyorum tahmin ettiğim gibi Mona Lisa Tablosunun önündeyim.İlk başta anlam veremiyorum bu tablonun bu kadar büyütülmesine.Tablonun sağından bakıyorum sonra soluna geçiyorum ama tablonun yönü geçtiğim yöne doğru dönüyor sanki.Tekrar sağa geçiyorum tablo sanki beni takip ediyor karşısına geçiyorum karşıdan bakıyor.Canlı diyeceğim nerdeyse.Gerçekten hayran kalmamak mümkün değil.Leonardo ya hayran kalarak devam ediyorum gezime.Bu tablodan sonra çok diğer tablolar çok fazla ilgimi çekmiyor.Bir tanesi hariç pastel renklerin hakim olduğu tabloyu diğerlerinden ayıran bişeyler var benim için tabloda bir zerafet var yumuşacık renklerden o kadar acı dolu tablo içinden sıyrılan dikiş diken bir kadının resmi hayranlıkla bakıyorum tablo ya ve yanına yaklaştığımda altında Hollandalı bir ressam a ait olduğunu görüyorum Jan Vermeer bu ressama hayran kalıyorum. Gerçekten çok zarif ve tabloya yansıtığı sevgi hissediliyor.

Kendimi Afrika eserlerinde buluyorum.Afrika eserlerinde dikkat çeken çok fazla birşey yok.En dçok dikkatimi çeken samandan yapılmış uzaylıya benzeyen bir heykel hem ilginç hem düşündürücü bir heykel.

Daha sonra heykellerin olduğu bölüme geçiyorum.Gerçekten çok etkileyeci heykeller var.Bu bölümün atmosferide diğer bölümlere göre farklı.Daha içaçıcı bir bölüm burası.Yunan heykellerinden avrupa heykellerine çeşitli yıllarda yapılmış binbir çeşit heykel hepsi birbirinden ilginç.



Louvre 'deki yorucu bir gezi den sonra Eifel'e doğru yürümeye başlıyorum.Yoldan aldığım bir kaç birayla berebaer eifel in altında ki çimenlik alanda hafif esen rüzgarın altında 2 saatlik güzel bir uyku çekiyorum.Uyanıyorum.Hafif ve güzel bir hava var etrafımda çocuklar koşuşturuyorlar.

Merhaba diyor 20 yaşlarında sarışın bir çocuk.çantanı gördüm geldim sanırım sende seyahat ediyorsun diyor.Evet diyorum oturuyor hikayemizi anlatıyoruz birbirimize Rok Slovenya'dan çıkmış yola otostopla Almanya 'ya gitmiş ordan Fransa ya La Havre 'e sonra da Paris'e gelmiş.Hayatımda gördüğüm en rahat insan nerede yatacaksın diyorum sorun burası güzel diyor.Nasıl gideceksin diyorum sorun yok diyor.Onun için hiçbirşey sorun değil bu tavrını seviyorum.Konservatuarda okuyormuş Trombolin çalıyor.Avrupa haritası veriyorum Bu Benim çok işime yarar diyor Seviniyor.Çantasından çıkardığı üzümlü ekmekten ikram ediyor.Bir yandan da ekmeğin hikayesini anlatıyor.Almanya 'dan otostop çektiği birisi La havre 'de Protestan kampına bırakmış O'nu .Herşey bedavaydı bir sürü yiyecek vardı diyor.3 gün kalmış
kampta.Herşey güzeldi diyor.Çantasını doldurup yoluna devam etmiş.O gece orada yatmaya karar veriyoruz.

Gece 3 uyanıyorum.Rok yanımda.Kalkıyorum.Trene yetişmem lazım ama Rok'u öyle bırakmak istemiyorum.Etrafa bakıyorum çalılıkların ardında 20 kadar uyku tulumlu insan yatıyor.Rok'un yanına dönüyorum uyandırıyorum.O grubun yanına götürüyorum burada daha güvende olursun diyorum.Haklısın diyor vedalaşıyoruz.Sabah yedide trenim var önümde 3-4 saatlik zamanım var.Yola koyuluyorum.

Yaklaşık 3 saatlik bir yürüyüşün ardından nihayet istasyondayım.2 gün önce bıraktığım çantalarımı alıp , trenin kalkacağı peronu aramay başlıyorum.Kalkış için 30 dakikam var.Ama 1 Numralı peron yok.Görevliye soruyorum 1 numaralı peronun başka bir istasyonda olduğunu söylüyor.Koşarak metroya atlıyorum.20 dk. var.3-4 dk. kala geliyorum istasyona Sırtımda büyük bir çanta elimde diğer cantam koşuyorum.Tahminimce 1 kat olmalı ama hayır 4 kat ve yaklaşık 400 mt. yürüme mesafesi.Peronun önüne geliyorum treni soruyorum gitti diyorlar.Kötü hissediyorum kendimi.Madrid 'e bilet soruyuorum yer yok dyorlar.Barcelona gitmeye karar veriyorum.Bordeaux'a kadar tre varmış alıyorum bir bilet.Treni beklemeye başlıyorum.Trenim geliyor 5 saatlik bir yolculuktan sonra Bordeaux'tayım.Barcelona trenleri dolu.İspanya sınırındaki İrun'a tren var ama yer yok.Ama bende bu trene kaçak binecek cesaret ve kararlılık atlıyorum trene.Vagonların arasındaki numarasız bir yere oturuyorum.İrun'a son 2 istasyon kala bir grup genç biniyor konduktor de hemen geliyor tabi.Gençlerin hepsinin belinde kırmızı kuşak var ve hepsi beyaz kıyafetli konduktor direk onlarla muhattap oluyor ama ben bu heyecana daha fazla dayanamayıp kalkıp yemekli vagona doğru yürüyorum.orada biraz zaman gecirdikten sonra İrun'a geliyorum.Saat 9 Hemen Barcelona'ya bilet soruyorum ama yok Bekleyen trenin nereye gittiğini soruyorum Lizbon diyor görevli bir bilet istiyorum ama yer yok.Başka bir yere tren var mı yok bu son tren diyor.Yapacak bir şey yok bu gece İrun'dayım.İstasyondan çıkıyorum.Yatacak bir yer aramaya başlıyorum.Sırt çantalı iki kız geliyor karşıdan bildikleri hostel hotel olup olmadığını soruyorum yok diyorlar ama biz Granada'ya gidiyoruz istersen gelebilirsin tamam diyorum 14 saatmiş İrun'a ama otobüsle gideceklerini söylüyorlar.Göze alamıyorum çok yorgunum dinlenmem lazım.Vedalaşıyoruz.Bir yer buluyorum.Güzel bir duş ve uykunun ardından.Kalkıp istasyona gidiyorum.Barcelona en erken Tren 4 te.İrun'da biraz gezdikten sonra bir internet kafeye giriyorum.yanımda oturan kız ayağa kalkıyor gecerken ayağı takılıyor üstüme doğru düşecekken tutuyorum kızı diğer yanımdaki arkadaşına dönerek türkçe bişeyler söylüyor.Türk müsünüz diyorum Sarılıyoruz Birbirimize.Bengü ve Irmak onlarda Barcelona 'ya gidyorlar hemde aynı tren de hemde şansa bakın ki önümdeki koltuktalar:)

12 Eylül 2010 Pazar

Paris Home Party

La Fayette den aşağıya doru yürürken , bir apartmanın beşinci katından gelen müziği duyuyorum.Evin balkonunda bir grup genç dans ediyor.Burasının bir bar olabileceğini düşünerek apartmanın kapısına yaklaşıyorum.Kapıda iki genç duruyor.Yukarıda ne var diye soruyorum. Parti olduğunu söylüyorlar.Biniyorum asansore çıkıyorum beşinci kata.Dairenin kapısı açı içeriye bakıyorum. Burası bir ev içeride insanlar dans ediyor.O sırada benim ileride kanka olacağım arkadaş fransızca bişeyler soruyor.İngilizce konuşmasını rica ediyorum.Kimin arkadaşısın diyor.Kimsenin arkadaşı değilim yoldan geçiyordum müziği duydum geldim diyorum.Süpersin hoşgeldin diyor:)Şaşkınım bir yandan tedirginim bir yandan gördüğüm ilgi karşısında mutluyum.O sırada partinin ev sahibesi kız geliyor Fransızca bişeyler konuşuyor. Kankam:) durumu izah ediyor.Hoşgeldin diyor büyük bir misafirperverlikle ne içeceğimi soruyor şarap diyorum şarap almaya gidiyor.Biz kankamla içeriye gidiyoruz sınırsızsın dostum takıl kafana göre diyor içkiler burda arkadaşlar bunlar burası senin.Hemen herkes merhaba hoşgeldin diyor .Kendini tanıtıyor.Sanki 40 yıllık arkadaşlarımmış gibi davranıyorlar.Ev sahibesi elinde şarapla döndüğünde beni çoktan ortama ısınmış halde buluyor gülümseyerek şarabı ikram ediyor.Bundan sonra bol dans,müzik eğlence eğlence vee eğlence... eğlence işte .)

Paris'de II

Sabah otel'den ayrılıyorum.Hem gezip hemde kendime uygun bir hostel bulmak için yola koyuluyorum.Önce sırtımdaki çantadan kurtulmam lazım.Tren istasyonuna gidiyorum ve çantamı bir lockera bırakıyorum.Sonra La Fayette Caddesinden Aşağıya doğru yürüyorum.Karşıma Opera Binası çıkıyor.Buası gerçekten görülmesi gereken bir sanat eseri niteliğinde.Ayrıca Fransızlarında sanata verdiği değerin öenmli bir göstergesi bence.

Oradan ayrılıp Madelena kilisesine yürüyorum.Antik Yunan tapınaklarına benzeyen bu kilisenin için merak ediyorum.Kiliselere girdiğimde genelde soğuk bir şeyler hissederim.Ama burada samimi ve sıcak bir hava hissediyorum.Sonra Place de Concorde a doğru yürüyorum.Büyük bir meydan burası meydana geldiğimde Ministere Des Affaries entagres solumda ünlü Louvre Müzesi sağımda Grand Palais.Rotamı Louvre Müzesine çeviriyorum.Önce Müzenin önündeki büyük parktan yürümek zorundayım.Parkın içinde iki büyük havuz var.İnsanlar burada sandalyelerde oturup güneşleniyorlar.Yürürken çeşitli heykelleri görmek mümkün.Karşımızda Dünyanın en büyük müzesi Louvre.Burayı anlatmama çok fazla gerek yok.Burada ki en ünlü eserler arasında Leonardo'nun Mona Lisa'sı bulunuyor.Müzenin önünde ki piramitten içeriye giriyorum müzenin kapanmasına bir saat kalmış.Ben yinede gişedeki kuyruğa giriyorum sıra bana geldiğinde satış bitiyor.Yarın bu müzeyi göremeye karar verdikten sonra Müzenin yanından Notre Dam Katedraline doğru yürüyorum.

Chalette denilen Seine nehrin üzerinde ki adacık üzerine inşa edilmiş olan Sainte Chapelle i ve Notre Dame Katedralinin bulunduğu yerdeyim.İlk durağım Saint Şapel i bir hayli büyük bir şapel.Notre dame ı görene kadar burası ilgilenecek bir yer gibi duruyor.Ama Notre Dame ı görüğümde burayı unutuyorum.Katedral bir kaç bölümden oluşuyor.Ünlü batı cephesi roma mimarisinden esinlenilmiş.Binlerce heykelcikten oluşmuş duvarlarıyla ilginç ve sanatsal yönü ağır bir cephedir.Katedralin En üstündeki Yarasa , köpek ,Korkunç figürler sanki o dönem insanların üzerinde kilisenin otoritesini sağlamak amaçlı yapılmış diye düşündürüyor.Kimbilir burada neler yaşnadı burası tarihe nasıl yön verdi.İnsan merak ediyor.1200 lü yıllardan ,itibaren Avrupa piskoposluğunun mekanı olarak kullanılan bu katedral.19 yy. başlarında Şehir planlamacıları tarafından yıkılmak istenmiş.Ama Vuctor Hugo nun Yazdığı Notre Dame Kamburu romanı buranın yıkılmasını önlemiş.

Katedralin içini merak ediyorum.Ama kapanmış durumda çünkü saat 7'yi 20 geçiyor.Aklıma sığınma sorunum geliyor.Hostel aramaya koyuluyorum.Elimde herhanig bir veri yok.İçimdeki sesi dinlemey karar veriyorum.İçimdeki ses beni Paris'in Beyoğlu'suna götürüyor.İimdeki ses teşekkür ediyorum.Masaların arasından ilerlerken bizim Beyoğlu'yla arasında ki tek farkın rakının yerinde şaraplar olması olarak değerlendiriyorum.Buranın meydanın ilginç kıyafetli iki genç tüm mekanların duyabileceği şekilde müzik yapıyorlar ve gayet başarılılar.İçimdeki diğer ses devreye giriyor.Subway in önünden geçerken bu sesime kulak verip en vejetreyanından bir sandviç alıyorum.Tabi 10 tane fransızca soruya cevap verdikten sonra.

Karnımı doyurduktan sonra hotel aramak üzere yola koyuluyorum.Burada otellerin en güzel yanı Tarfilerin camlarda yazıyor olması.Bakıyorsunuz 100 € 150 € hiç muhattap olmadan devam ediyorsunuz:)




Tekrar Notre Dame ın arkasından Dans eden kızın , sarhoş ressamın ve ilginç icatcı amcanın yanından Eifell e doğru yöneliyorum.İlk Akşam ki eğlenceye benzer bir eğlence bulup eğlenmek ümidiyle.500 mt yürüyorum Rap konserine denk geliyorum.Şanslı günümdeyim.Rap festivali varmış bugünlerde.Hemen bira alabileceğim bir yer arıyorum zorda olsa buluyorum ve konser alanına geri dönüyorum.Burada tanıdık bir simayla karşılşıyorum.Daha önce bahsetmediğim Eifel gecesinde anlamsız dans eden amca burada da bedene eğitimi hareketleri eşliğinde anlamsızlıklarına tarifsizlik katarak dansına devam ediyor.Amcayı saygıyla selamlayıp enerjisine şapka çıkarıp yaşam sevinci karşısında saygıyla eğilip kimseyi umursamadan dans etmesini takdir edip müziğe bırakıyorum kendimi.Müzik Müzik Müziiik......

Saat 12 yi geçti konser bitti.Herkes dağıldı benim kalacak yerim yok.İstasyona geri dönüyorum.Sabah gideceğim ama bir şekilde sabhlamam lazım istasyon kapanıyor.En iyisi biraz gezmek diye düşünüyorum bir mekan bulur girerim birşeyler yaparım diye La Fayatte n gündüz yaptığım gibi aşağıya doğru yürüyorum.